BASIN VE HALKLA İLİŞKİLER MÜŞAVİRLİĞİ
BASIN VE HALKLA İLİŞKİLER MÜŞAVİRLİĞİ


DEVLETİN RUHUNU OLUŞTURAN ASIL KUVVET KÜLTÜREL GÜÇTÜR

 
Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, Yunus Emre Enstitüsü 6. Eğitim ve İstişare Toplantısına katıldı.
 
Bakan Ömer Çelik toplantıda yaptığı konuşmada, Türkiye’nin dünyada algılanmasının her türlü etnik ya da mezhepsel referansın üstünde bir Türkiyelilik temelinde ve istikrar içerisinde gerçekleşmesini arzu ettiklerini bildirdi.
 
Yunus Emre Enstitüsü’nün yurt dışında açtığı merkezlerin Türk dilinin ve Türk kültürünün tanıtılmasında önemli bir işlevi yerine getirdiğini vurgulayan Bakan Ömer Çelik, Yunus Emre Enstitüsü’nün çalışmalarını her zaman yakından takip ettiklerini belirtti.
 
BİNLERCE YILLIK GEÇMİŞİN VE PEK ÇOK UYGARLIĞIN TEMSİLCİSİ OLARAK GÖREV YAPMAKTASINIZ
 
“Bulunduğunuz ülkelerdeki faaliyetlerinizi büyük oranda takip etmeye çalışıyoruz. Bunların pek çoğu ülkemiz için stratejik faaliyetler olarak önümüze geliyor. Örneğin Bakü’de 20 Mart’ta başlayan Nevruz Festivali’ne Kültür ve Tanıtma Müşavirliğimizin Yunus Emre Kültür Merkezi ile birlikte katılımı ülkemizin tanıtımı ve böylesi bir günde ortak bir faaliyet gerçekleştirilmesi bakımından fevkalade önemli olmuştur.
 
Kuşkusuz temsil ettiğiniz ülke dünyanın en eski yerleşim bölgelerinden biri konumundadır. Binlerce yıllık geçmişin ve pek çok uygarlığın temsilcisi olarak görev yapmaktasınız. Kültürel zenginliğimiz ve tarihi geçmişimiz her anlamda dar kalıpların dışına çıkmamızı gerektirmektedir. Bugün dünyanın geldiği yerde ülkemizin oynaması gereken rol bakımındansa bunu bize dikte etmektedir.
 
Tarih boyunca askeri veya ekonomik açıdan pek çok devlet yok olup gitmiştir. Kuşkusuz bunların varlığı, askeri ve ekonomik başarıların tek başına bir devletin varlığını sürdürmesine yetmediğinin en temel göstergesidir. Devletlerin yükselen zamanları olur, düşen zamanları olur. Ama tarih içerisinde süreklilik sağlayan ve tarihe damga vuran devletlerin her zaman güçlü kültüre sahip, kültürel sürekliliğini gerçekleştirmiş devletler olduğunu bilmekteyiz.
 
Bu da bize şunu göstermektedir: Askeri, istihbarat ve ekonomik güçten çok daha fazla devletin ruhunu oluşturan asıl kuvvet o devletin kültürel gücüdür.
 
Türkiye geçmişte büyük kültürel gücünü ortaya çıkarma konusunda bazı zaaflar yaşamıştır. Halkın, zorla benimsetilmeye çalışılan bir çerçevede tek tip ve kısıtlı bir alan içinde, kültürel bir yaşama hapsedilmek istenmesi, yarı otoriter uygulamalardan Anadolu’ya ait, dillerin dışlanması ve baskı altına alınmasına kadar bunun pek çok tezahürü olmuştur.
 
Kültürel hayatın bu dar alana sıkıştırılması kuşkusuz halkın bir dar alana sıkıştırılması manasına gelmiş, bu Türkiye’nin demokrasisi için bir zaaf oluşturduğu gibi Türkiye’nin dış politikası için de büyük zaafların oluşmasına sebep olmuştur.”
 
 
KÜLTÜREL TAHAKKÜM ORTADAN KALKTIKÇA SİYASİ ALAN GENİŞLEMİŞ VE TÜRKİYE ÖZGÜVEN İÇERİSİNDE HAREKET ETMİŞTİR
 
“Kuşkusuz kültürel konuların, siyasi ve ekonomik alandan soyutlanmayacağı çok açık bir gerçektir. Eğer kültürel değerlerin inkârına dayanan tahakkümcü bir anlayış oluşturulursa 2002 yılından itibaren yaşamakta olduğumuz bu kültürel çoğulculuğun elde ettiği, hem demokratik çoğulculuk, hem siyasi, hem ekonomik kuvvetin oluşturulması mümkün olmazdı. Kültürel tahakküm ortadan kalktıkça siyasi alan da genişlemiş ve Türkiye özgüven içerisinde hareket etmiştir.
 
Yerel kültürel değerlerin üzerindeki örtünün kaldırılması, bu sayede çeşitli zenginliklerimizin evrensel ölçekte bir özgüvene sahip olmasını da sağlamıştır. Kuşkusuz bu Türkiye’nin kendi iç entegrasyonu, değişen koşullarda kendi iç barışını başka bir zeminde yeniden inşa etmesi bakımında da önemlidir.
 
Bugün itibariyle Bakanlık olarak yapmak istediğimiz, İstanbul’daki bir kültür adamının ya da sanatçının sesini duyurabilme kapasitesi ve imkânı neyse bunu Adana’daki, Hakkâri’ deki veya Trabzon’dakine de aynı şekilde sunabilmektir.”
 
HİÇBİR KÜLTÜREL KİMLİĞİN DEZAVANTAJLI KONUMA DÜŞMEMESİNİ HEDEFLİYORUZ
 
“Sizin görev yaptığınız alanla ilgili olarak fevkalade önemli bir gelişme, ülkemizin dünyadaki etkinliğine bağlı olarak artık Türkçenin sadece ortak iletişim dilimiz olmaktan çıkmaya başlaması ve ülkemiz açısından bir stratejik unsur haline gelmesidir.
 
Bu kuşkusuz sizin önünüze yeni birtakım ödevler getirmektedir. Ülkemizde hiçbir kimlik grubunun, siyasi ya da ideolojik kimliğin veya kültürel grubun diğerlerine göre dezavantajlı konuma düşmemesini hedefliyoruz. Yurt dışına yönelik faaliyetlerde de vatandaşlarımızı hangi kimliğe sahip olursa olsun kucaklama anlayışımızı her alanda göstermek istiyoruz. Türkiye’nin içerisinde şimdiye kadar gerçekleştirilmeyen ve çok olumlu karşılanan birçok şeye imza atıyoruz.
 
Bunlardan bir tanesi, sahiplendiğimiz ve himaye ettiğimiz Alevi Dedelerini ve Bektaşi Babalarını 120 kişilik bir grupla kutsal yolculuğa çıkararak Necef, Kerbela, Mekke ve Medine ziyaretlerini planlamak olmuştur. Son olarak imza attığımız önemli faaliyetlerden biri olan bu yaklaşım kültürel kimlikler konusundaki demokratik ve objektif tutumumuzu göstermektedir.”
 
Kültürel Çeşitliliğin Kabul Görmesi ve Kültürel Çoğulculuğun Doğal Kabul Edilmesi Bazı Kesimlerde Kültürel Ayrışma Endişesine Yol Açıyor
 
“Ülkemizin dünyada algılanmasının her türlü etnik ya da mezhepsel referansın üstünde bir Türkiyelilik temelinde ve istikrar içerisinde gerçekleşmesini arzu ediyoruz.
 
Küresel sorunlara evrensel çözümler üreten ülkemiz, ötekileştirme ve yabancılaştırma gibi günümüz tehditleri arasında üst sırada bulunan sorunlara da en güzel cevap teşkil edecek şekilde Medeniyetler İttifakı’na eş başkanlık yapmaktadır. Kuşkusuz bu sizin faaliyet alanınız açısından da gurur duyulacak bir kazanımımızdır.
 
Kültürel çeşitliliğin kabul görmesi ve kültürel çoğulculuğun doğal kabul edilmesi bazı kesimlerde kültürel ayrışma endişesine yol açıyor.
 
Fakat bunun nasıl giderileceği konusunda ve bunun giderilmesi çerçevesinde entegrasyonun nasıl sağlanacağı hususunda da kuşkusuz kendi birikimimiz bize yeterli imkân ve kapasiteyi sunmaktadır.”
 
DAR KALIPLARA SIKIŞMIŞ BİR SİYASET DÜNYASINI NASIL İSTEMİYORSAK BİR KÜLTÜR DÜNYASI DA İSTEMİYORUZ
 
“Türkiye’nin kültürel çatısını hem yükseltmek hem de genişletmek bizim Bakanlık stratejimizin temelini oluşturmaktadır.
 
Bu noktada, farklı kültür ögelerinin ve düne kadar farklı kamplara hapsedilmiş kimlik ögelerinin kamusal alanda yoğun bir biçimde etkileşim içerisine girmesini fevkalade önemsemekteyiz.
 
Rekabet ve çoğulculuk sağlanması, anlamlı bir kültür ve sanat hayatının ortaya çıkması bizim için olmazsa olmaz koşuldur. Dar kalıplara sıkışmış bir siyaset dünyasını nasıl istemiyorsak bir kültür dünyası da istemiyoruz.
 
Kuşkusuz konuştuğumuz bu konuların sizin görev alanınız içerisinde uluslararası sorunlara doğrudan temas eden yönleri bulunmaktadır. Uluslararası düzeyde de büyük bir kültür tartışması devam etmektedir. Bu tartışma ülkemizin bölgesel ve küresel konumunu da yakından ilgilendirmektedir.
 
Esasen gelinen noktada gördük ki, Arap Baharı’nı tartışırken de, oryantalizm meselesini tartışırken de islamofobiyi tartışırken de aslında görünürde bir siyaset tartışması yapıyor olsak da çok derinlerde güçlü köklere sahip kültürel tartışmalar yapmaktayız.
 
Nitekim pek çok yere Soğuk Savaş sonrasında Doğu Avrupa’ya layık görülen demokratik desteğin Arap Baharı’na yeterince layık görülmemesinin arkasında Ortadoğu’ya ait duygu ve düşüncelerin kültürel determinizm içerisinde ele alınması vardır.  Küresel bazı değerlerin, örneğin demokrasinin, bu coğrafyaya uygun olmadığı gibi bir kültürel önyargı ortaya çıkmıştır.
 
O yüzden Arap Baharı’nda ortaya çıkan halkların demokrasi talebine, bir zamanlar Doğu Avrupa’da yükselen demokrasi talebinde olduğu gibi güçlü bir destek maalesef bazı Batılı ülkeler tarafından verilmemiştir.
 
Dolayısıyla belli bir halkı ve bu halkın kültürü oryantalist yaklaşım içerisinde ötekileştiren ülkeler dünyada söyledikleri söz itibariyle, dünya barışına değil dünyada çatışmaların daha da derinleşmesine katkı vermektedirler.
 
Bizim ülke olarak iddiamız, topyekûn bu tartışmalara katılmalıyız, bu meydan okumalar karşısında özgüvenle kendi tezlerimizi savunmalıyız.”
 
 
BÖLGESEL VE KÜRESEL POLİTİKAMIZIN TEMEL HEDEFİ, ÜLKEMİZİN ÇEVRESİNDE İSTİKRAR, GÜVENLİK VE REFAH KUŞAĞI OLUŞTURMAKTIR
 
“Yine önümüzde büyük bir mesele olarak duran radikal akımların bölgemizdeki etkinliğinin son dönemde dikkat çekici şekilde artması ışığında, insanlığı bir arada tutan ortak değerler ve idealler her açıdan ve her düzeyde daha çok tehdit altında bulunmaktadır.
 
Bizim bölgesel ve küresel politikamızın temel hedefi, ülkemizin çevresinde istikrar, güvenlik ve refah kuşağı oluşturmaktır. Bunu sağlam köklere bağlamak içinse kültürel önyargıların aşılması konusunda çok daha büyük çalışmalar yapmakla karşı karşıyayız.”
 
ÇEVREMİZDEKİ ÜLKELERİN DEMOKRATİKLEŞMESİ HER ZAMAN LEHİMİZEDİR
 
“Hürriyet ve demokrasi gibi evrensel değerlerin esas alındığı bir yaklaşımla, hukukun üstünlüğü, iyi yönetişim, insan hakları gibi koşulların yaygınlaştırılması halinde bu umut ettiğimiz barışa, daha kolay ulaşabileceğimiz çok açıktır.
 
Çevremizdeki ülkelerin demokratikleşmesi, değerlerimiz ve çıkarlarımız bakımından her zaman lehimize olup, ülkelerimiz arasındaki kültürel önyargıların aşılmasında da büyük bir aşama kat etmemize imkân verecektir.
 
Diğer yandan medeniyetin, belli bir kültürel, dini veya coğrafi aidiyetinin bulunmadığını, kültürel değer farklılıklarımıza rağmen hepimizin insanlık ailesinin eşit bireyleri olduğumuzu anlama konusunda da dünyanın katetmesi gereken çok büyük bir mesafe bulunmaktadır.
 
Bu bakımdan Yunus Emre’nin bütün bir hayatı ve eserleriyle verdiği mesajın insanlık açısından sürekli altının çizilmesini fevkalade önemsemekteyiz. Diğer yandan devletlerin uluslararası sistem içindeki rollerini yeniden tanımladıkları ve yurtdışındaki teşkilatlarını yeniden yapılandırdıkları bir dönemde diplomasi de biçim değiştirmektedir.
 
Küresel ve bölgesel düzeyde birbirine yakın donanım ve insan kaynağına sahip devletlerarasındaki rekabet fevkalade artmaktadır. Bu durum, eskiden beri var olan kültürel ilişkileri diplomaside daha çok ön plana çıkartmakta ve ülkelerin birbirlerinin hikâyesini anlamaya olan ihtiyacını arttırmaktadır.
 
Bu bakımdan sizin yaptığınız faaliyet, doğrudan doğruya bir diplomasi faaliyeti haline gelmiştir.”
 
TÜRKÇE SADECE BİR DİL OLMANIN ÖTESİNE GEÇMİŞ, ÜLKEMİZ AÇISINDAN STRATEJİK BİR UNSUR HALİNE GELMİŞTİR
 
“Günümüzde, diplomatlarımız, Tanıtma ve Kültür Müşavirlerimiz ve sizler Yunus Emre Türk Kültür Merkezleri personeli, bu bakımdan ülkemizin diplomatik faaliyetinin merkezinde yer alan faaliyetleri temsil etmektesiniz.
 
Kültürümüzü, geleneklerimizi ve dilimizi öğreterek ve yaşatarak dostluklar kurulmasına olanak veren kültür merkezlerimiz bu bakımdan ülkemizin yumuşak gücünü temsil eden belli odaklar haline gelmiştir.
 
Yurtdışında Türkçe öğrenmek isteyenlere bu merkezlerimiz aracılığıyla daha rahat ulaşılabilmesi, insani diplomasinin gelişmesine de büyük katkı sağlamaktadır.
 
Ülkelerin kültürünü ve hikâyesini anlamanın ve o ülkenin ruh dünyasına girmenin en iyi yollarından biri olan dil öğretimi sizin tarafınızdan temsil edilmektedir.
 
Dil ve edebiyat giderek ülkeler arasındaki ilişkilerde çok daha temel bir fonksiyon icra etmektedir. Artık Türkçe sadece bir dil olmanın ötesine geçmiş, ülkemiz açısından stratejik bir unsur haline gelmiştir.
 
Hâlihazırda 220 milyon insan tarafından konuşulan Türkçe, Çince, İngilizce, İspanyolca ve Hintçeden sonra en çok konuşulan 5’inci dil olarak aslında ülkemizin en büyük yumuşak güç kaynağı ve ülkemiz açısından çok iyi değerlendirilmesi gereken bir stratejik unsur olmuştur. Bunun farkındayız ve bu bahsettiğimiz stratejik gelişmenin desteklenmesine önem vermekteyiz.
 
Bu kadar yaygın olan dilimizin edebi açıdan tanıtılması bağlamında çeviri ve yayın destek programı TEDA Projesiyle 2005 yılından bu yana yerli eserlerimizi ve yazarlarımızı yabancı okurlarla buluşturmaktayız. TEDA projesi kapsamında 58 ülkede ve 54 farklı dilde toplam bin 456 eserimizin çeviri ve yayımına destek verdik. Nitekim ABD’de kısa süre önce yayımlanan Saatleri Ayarlama Enstitüsü de TEDA çerçevesinde tercüme edilmiştir.
 
Bakanlığımın uzun yıllardır yürüttüğü ve bu yıl Yunus Emre Enstitüsü’nün ilk kez paydaş kurum olarak katıldığı Tarabya Türk-Alman Çeviri Ödülleri gibi mekanizmaların sayısını birlikte arttırma kararlılığındayız.”
 
YUNUS EMRE KÜLTÜR MERKEZLERİ HALKLAR ARASINDA KALICI DOSTLUKLAR KURULMASINA ZEMİN HAZIRLIYOR
 
“Bir dilin yurtdışında ilgi görmesi, o ülkenin imajına pozitif katkı sağladığı gibi aslında pek çok siyasi meselenin hallinde de önemli bir zemin oluşturmaktadır. Bu bağlamda halklar arasında kalıcı dostluklar kurulmasına imkân veren ve geleceğe ortak pencereden bakabilmemizi sağlayan merkezlerimiz olarak görmekteyiz sizin temsil ettiğiniz merkezleri.
 
Yabancı muhataplarımızla yaptığımız tüm görüşmelerimde, kültür merkezlerimizle, onların faaliyetleriyle ilgili olarak her zaman ayrıntılı değerlendirme yapıyoruz.
 
Devletlerarasındaki siyasi, askeri ve ekonomik ilişkiler ne kadar güçlü olursa olsun, bu ilişkilerin halklar nezdinde ve kültürel arası diyalog nezdinde daha da güçlendirilmesi gerektiğinin farkındayız.
 
Bir ülkeyle kuracağımız insani ve kültürel bağlar, her alanda işbirliğimizin geliştirilmesi bakımından çok önemlidir. Bu açıdan biz kendimizi aslında büyük bir imkân deryasının içinde addediyoruz. Çünkü sahip olduğumuz birikim, kültürel çeşitliliğimiz ve bu kültürün çevremizdeki halklar tarafından kolay anlaşılabilir imkânlara sahip olması bizim için büyük bir imkândır.
 
Yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızla ilgili olarak da, onların orada daha kolay anlaşılmasını, hayatlarını daha kolay yürütmesini sağlayan faaliyetlerin giderek merkezinde yer almaktadır çalıştığınız merkezler. Çünkü siyasi bağlamın dışına çıkarak ülkemizin yumuşak gücünü gösteren faaliyetler en çok sizler aracılığıyla yapılabilmektedir.
 
Bu nedenle Yunus Emre Türk Kültür Merkezleri kültürel diplomasi anlayışımız bakımından temel unsurlar haline gelmiştir. İnsanlığı ilgilendiren temaları kullanarak ortaklıklar tesis etmek diyaloğa değer vermek, farklılıkları gözeten bir hoşgörü inşa etmek bakımından bu merkezler giderek daha işlevsel hale gelecektir.”
 
KÜLTÜREL KÖPRÜLER ARACILIĞIYLA SAVAŞLAR BİLE DOSTLUK KÖPRÜSÜ HALİNE GETİRİLEBİLİR
 
“Karşılıklı güven ve ortak gelecek inşa edilmesi bakımından kültürel değerlerle harmanlanmış bir diplomasi anlayışı, savaşlara dahi, çatışmacı, halklar arasında ayrıştırıcı değil halkaları birbirine tutuşturucu yeni anlamlar yüklenmesine imkân vermektedir.
 
Örneğin Çanakkale Savaşlarını Anma Törenleri, Türkiye, Avustralya ve Yeni Zelanda tarafından geçmişten günümüze taşınan bir barış ve dostluk simgesi haline dönüşmüştür.
 
Bu törene katılan 30'a yakın ülkenin temsilcileri, iki kıtanın birbiriyle buluştuğu, farklı kültür ve medeniyetlerin, inanış ve kavimlerin kaynaştığı Çanakkale'de bir araya gelmektedirler.
 
Çanakkale Savaşı’nın 100. yıldönümü vesilesiyle hem ülkemizde hem de Avustralya ve Yeni Zelanda’da, bu mücadelenin ruhuna uygun etkinlikler planlanmaktadır. Bu bile göstermektedir ki kültürel köprüler aracılığıyla savaşlar bile ulusların ortak kaderinde geçmişte bırakılıp geleceğin dostluk köprüsü haline getirilebilir.
 
Bu sebeple sizlerin yaptığı faaliyetlerin bulunduğunuz ülkelerle ülkemiz arasında bu diplomasi imkânlarını geliştirmesi ve yeni köprüler kurma arayışının da bir temsilcisi olması gerektiğine inandığımızı belirtmek isterim.”
 
(18.04.2014)
 
  • Yunus Emre Enstitüsü 6. Eğitim ve İstişare Toplantısı (1)
  • Yunus Emre Enstitüsü 6. Eğitim ve İstişare Toplantısı (2)
  • Yunus Emre Enstitüsü 6. Eğitim ve İstişare Toplantısı (3)
  • Yunus Emre Enstitüsü 6. Eğitim ve İstişare Toplantısı (4)
  • Yunus Emre Enstitüsü 6. Eğitim ve İstişare Toplantısı (5)